GÜNCEL&YEMEK

GÜNCEL&YEMEK
KÖŞEM

HAKKIMDA

Fotoğrafım
KÖRFEZ/KOCAELİ, MARMARA BÖLGESİ, Türkiye
1964'DE İZMİT'TE DOĞDU.LİSE TAHSİLİNİ İZMİT'TE TAMAMLADI.1984 SENESİNDE EVLENEREK İSTANBUL'A YERLEŞTİ.1986 ve 1988 DE MELİKE VE MERVE DOĞDU.KIZLARI KÜÇÜKKEN ÜNİVERSİTEYİ SOSYOLOJİ EĞİTİMİ ALARAK TAMAMLADI.HALEN İŞLETME OKUMAKTADIR.ÜSKÜDAR,KADIKÖY,KOCAELİ HALK EVLERİNDEN MEFRUŞAT,MİNYATÜR,TAKI TASARIMI,KUMAŞ BOYAMA,GÜMÜŞ KABARTMA ÇALIŞMASI,TAHTA BOYAMA,İNGİLİZCE,BİLGİSAYAR,TÜRK VE OSMANLI MUTFAĞI BÖLÜMLERİNDEN SERTİFİKALAR ALDI.26 YIL SONRA KOCAELİ'NE GERİ DÖNDÜ.BİRÇOK DERGİ VE GAZETELERDE YEMEK REÇETELERİ YAYINLANDI.YEREL KANALDA YEMEK PROGRAMI YAPTI.HALANIN YERİ TÜRK LOKANTASININ KURUCULARINDANDIR.İSTANBUL'DAKİ POLİTİKA ÇALIŞMALARINA KOCAELİ'DE DEVAM ETTİ.DSP'DE İKİ DÖNEM İL BAŞKAN YARDIMCILIĞI,İL VE KURULTAY DELEGELİĞİ,2014 GEBZE BELEDİYE BAŞKAN ADAYLIĞI,KADIN KOLLARI İL BAŞKANLIĞI, 25.VE 26.DÖNEM DSP KOCAELİ 1.SIRA MİLLETVEKİLİ ADAYI, DSP KADIN KOLLARI GENEL BAŞKANI OLDU.MART 2016 TARİHİNDE GÖREVİNDEN VE PARTİSİNDEN İSTİFA ETTİ.THÖKELİ İMRE & ZİRİNYİ İLONA MACAR DOSTLUK DERNEĞİ BAŞKANI.ADD KOCAELİ ŞUBESİ 2. BAŞKANI.HALEN KÖRFEZ İLÇESİNDE İKAMET ETMEKTEDİR.

ÖNSÖZ

MERHABA; SEVGİLİ YEMEK DOSTLARI!
YEMEK YAPMAK BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ VE ZEVKLİ BİR UĞRAŞ.TÜRK MUTFAĞININ MUAZZAM BİR MUTFAK OLDUĞUNA İNANANLARDANIM.ASLINI KORUMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR VE SAVUNUYORUM.DÜNYA MUTFAKLARINI DA BEĞENİYORUM ANCAK ÇOK PRATİK VE UYDURMA REÇETELERE KARŞIYIM.AİLEM SON DERECE FARKLI COĞRAFYALARDAN GELİYOR.BU YÜZDEN FARKLI YÖRELERİN BİR ÇOK YEMEĞİNİ EVİMDE PİŞİRİRİM.BABAM TOKATLI,ANNEM İSTANBULLU.ANNEMİN KÖKENİ EDİRNE,BEN İSE DOĞMA BÜYÜME İZMİTLİYİM. 26 YIL EVLİ OLDUĞUM YILLARDA İSTANBUL'DA İKAMET ETTİM.ESKİ EŞİM URFALIYDI.RAHMETLİ BABAM ASKER OLDUĞU İÇİN 35 YIL TÜRKİYE 'NİN FARKLI BÖLGELERİ VE FARKLI İLLERİNDE AİLEM İKAMET ETMİŞ.KONYA,ERZURUM,ANKARA,İZMİR,KAYSERİ,ESKİŞEHİR,İSTANBUL DOLAYISIYLA RAHMETLİ ANNECİĞİM HER İLDE BİR ÇOK YEMEK REÇETESİ ÖĞRENMİŞ VE BİZİM EVİMİZDE UYGULAMIŞTIR.EVLİLİK HAYATIMDA DA GÜNEYDOĞU YÖRESİ VE URFA MUTFAĞINI YAKINDAN ÖĞRENDİM.
YILLARDAN BERİ DERLEDİĞİM GELENEKSEL DAMAK ZEVKLERİMİZİ ,DÜNYA MUTFAKLARINI VE SON YILLARDA İNTERNET VASITASIYLA ÖĞRENDİĞİM REÇETELERİ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.YEMEK SANATINA DAİR EDİNDİĞİM BİLGİLERİ SİZLERLE PAYLAŞMAKTAN BÜYÜK ZEVK DUYACAĞIM.AYRICA BLOĞUMDA GÜNCEL KONULARLA İLGİLİ YAZILARIMI DA PAYLAŞACAĞIM.
SEVGİ VE MUHABBETLE KALINIZ EFENDİM.
16 05 2007

1 Mayıs 2013 Çarşamba

KOCAKARI İLAÇLARI




Eski kocakarılar” aranıyor!

Her sabah Türk televizyonunu açarken “Acaba bugün hangi meşhur adamın adını banka operasyonları bahsinde duyacak, adliye veya savcılık kapılarında beklerken yahut sivil polisler arasında götürülürken göreceğiz?” diye meraklanır, endişelenir olduk. Olan bitenlerden irkiliyoruz, şaşırıyoruz. Bu ne iştir? Memleketin itibarlı isimleri adi suçlardan birer birer kelepçelenmekte.
Peyami Safa’nın 1958 yılında yazdığı nefis bir yazısı var, başlık “Eski Kocakarılarımız.” Gelin beraber okuyalım:
Bir kocakarı arıyorum. Fakat yenilerden değil, eskilerden. Bir bulsam hemen elini öpeceğim. Hem hayır duasını alacağım, hem de geçenki hastalığımdan sol kalçamda kalan siyatik ağrısına bir ilaç soracağım. Yer yüzünde bu illete karşı bulunmuş ne kadar tedavi şekli varsa hepsine başvurdum, fayda vermedi. Tıp denilen ilim koleksiyonu (fizyoloji, biyoloji, patoloji, fizik, kimya, anatomi, andokrinoloji) pek çok şey bilir. Hücrelerin iç yapısına, dokuların o harikulade mimarisine, kanın karmakarışık terkibine, adalelerin ve sinirlerin durumlarına ve işleyişlerine, iç ve dış organların rolüne dair nokta nokta, lif lif, bölge bölge bilmediği yoktur. Fakat nezleden kansere kadar birçok hastalıkların ne menşeini bilir, ne tedavisini. Çok defa elindeki o mütekamil cihazlar, yerli ve yabancı sayısız müstahzarlar, kütüphaneler dolduran cilt cilt kitaplar bir aksırığın karşısında aciz kalır.
Kocakarı bunların hiçbirini bilmez, fakat şifanın yolunu bilir. Hastalığınızın arazını dikkatle dinler. Sizi ne röntgene, ne kan ve idrar tahliline, ne elektrokardiyograma, ne de elektroansefalograma gönderir. Kupkuru yüzünde budak gibi şişmiş göz kapaklarını açıp kapadıktan sonra:
“Oğlum” der, “bugünden tezi yok, Mısır Çarşısı’na gideceksin. Şunu şunu alırsın, temiz bir kapta bir güzel kaynatırsın. Bir tülbenti dörde katlar, üstüne onu sürersin. Beş dakika beklersin. İlaç ılıdıktan sonra hasta olan yere koyarsın. Üç defa bunu yap, birşeyciğin kalmaz.”
Bazen kocakarı buna da lüzum görmez. Hastalıklı yere okur, üfler. “Geçmezse yüzüme tükür.” diye bir de iddiaya girer. Her iki halde de para veya hediye almaz. Çünkü kocakarı Allah’a inanır ve kazandığı sevap ona yeter.
Kocakarı ajans muhabiridir. Mahallenin en gizli hadiselerini o duyar. Bazen devlete ait esrarı da duyar. Dedikoduyu sevmesi laf kapmak içindir.
Kocakarı din hocasıdır. Ezberinde nice nice dualar ve din ulularının öğütleri vardır; bunları yerinde kullanır; aile kavgalarını, iftiraları, kötülükleri önler.
Kocakarı diplomattır. Siyasi meselelerde parmağını asıl amilin üstüne basar. “Ah, o kafir İngiliz, bütün bunların sebebi odur.” der.
Kocakarı enerji okuludur. Etrafına daima hamle ve cesaret verir. “A!.. Kızım, kendini böyle bırakma, kalk, davran, yüzüne soğuk su serp, fırla, dediklerimi yap!” diye bağırır. Kurumuş ağaç gibi çentikli, yamrı yumru, çarpık vücudunda gençlere taş çıkartan bir enerji kaynağı vardır. Sokağa bir fırlarsa yedi mahalleyi dolaşır, haksızlıklara isyan eder, bağırır, çağırır, gençlere daima öğüt verir, muhtaçlara yardım eder, acizlerin kılavuzudur.
Şimdi onlardan kaldı mı bilmiyorum. Bugünkü yaşlı hanımlarımız az çok bilgi sahibi oldukları için insiyakla tecrübenin verdiği olgunluğu bozan aklın kahyalığına esirdirler.
Ah eski kocakarılarımız! Neredesiniz? Şimdi olsaydınız, benim ağrıma da Kıbrıs meselesine de mutlaka çare bulurdunuz.
Peyami Safa gibi, pozitif ilimlerde nice ünvan sahibinden daha derin bilgilere sahip bir fikir adamı, bir yazar, belli ki, hem şahsi hem milli dertlerden bunaldığı bir vakitte iman, iz’an, hikmet, feyz sahibi eski kocakarılardan imdat ummuş. (Onun eski kocakarılarını, televizyon yapımcılarımızın üstün görüntüleme ve seslendirme teknikleri ile ekranlara getirdiği üçkağıtçı ve düzenbaz, cincilerle, kuyucularla, üfürükçülerle karıştırmayın) Biz de bir kargaşa dönemi yaşıyoruz. Okullarda türbanlar, cezaevlerinde isyanlar, derken bankaların içini götürenler... Madem ki idareciler hakkından gelemiyor, memleketimizin içinde bulunduğu vaziyeti kocakarılara havale etsek diyeceğim ama yazarımızın dediğine göre 1958’de bile nesilleri tükenmiş. Şimdi nerede bulacağız?

Kangren tehlikesi
Vücudun herhangi bir bölgesindeki dokuların ölmesi sonucu ortaya çıkan duruma “Kangren” denir. Yaş ve kuru olmak üzere iki çeşittir.
Kangren olan bölgede, kızarma ve büzülme görülür. Sonra ölü doku ile sağlıklı doku arasında ayırıcı bir bölge meydana gelir.
Vakit geçirmeden müdahale etmek gerekir. Doktora gidinceye kadar aşağıdaki reçeteler uygulanabilir.
* 4 bardak suya; 5 adet lahana yaprağı konur, kaynatılır. Yapraklar sıcak sıcak kangrenli yere sarılır.
* 4 bardak suya; 2 avuç papatya çiçeği konur. Kaynatılıp lapa yapılır. Sonra, kangrenli yere sarılır.
*6 bardak suya; 1 su bardağı dolusu toz şeker ve 2 kahve fincanı kına konur. Kaynatılıp, süzülür. Her gün, birer çay bardağı içilir.

Amerikada Kocakarı İlaçları

Amerikan piyasasında bir iki yıldır değişik tedavi usulleri sağlayan aletler, malzemeler satılıyor. Kimyevî, sunî ilâçlardan bunalan insanlar artık tabiî metodlara koşar oldu. Bitkilerden yapılan ve Uzak Doğu menşeli olarak tanıtılan haplar, şuruplar, çaylar pek gözde. Ama benim söz konusu edeceğim onlar değil. Onlardan da yenisi "soundteraphy" ve "aromateraphy" denilen bir tedavi metodu var şimdi. Yani "ses tedavisi" ve "koku tedavisi". Her türlü hastalığa sinir bozukluklarının, gerginliğin, psikolojik sarsıntıların sebep olduğu fikrinden hareketle insanı rahatlatma amacına yönelik bir tedavi bu.
Önce koku ile tedaviye bakalım. Piyasada çeşit çeşit aletler satılıyor. Meselâ, altında minik bir mum yanan zarif tabaklar ve yanında şişeler... Yahut elektrikli küçük, sevimli bir kandil ve yanında yine şişeler. Şişelerin her birinin içinde muhtelif bitkilerden, çiçeklerden elde edilmiş yüzde yüz saf yağlar. Bu takımı satın alıp kandilin yahut tabağın içine şişelerden birinden biraz yağ dökeceksiniz. Altındaki mumu yakacaksınız yahut elektriğe takacaksınız. Isının tesiriyle yavaş yavaş yayılan koku sizi rahatlatmaya başlayacak. Piyasadaki en kaliteli koku tedavisi malzemesi bunlar. Eski kültürümüzdeki buhûrdanlar, "kocakarı ilâcı" hükmüne lâyık gördüğümüz tütsüler ailesinden olsa gerek. Sonra kokulu mumlar, banyo suyuna konacak kokulu yağlar, sabunlar satılıyor. Kokulu banyo yağları, sabunları eskiden beri var ama bu yeni çıkanların ihtiva ettiği saf, sulandırılmamış, sentetik maddelerle karıştırılmamış usârelerden elde edilen kokularda tedavi özelliği var imiş! Fark bu noktada. Değişik bitkilerden elde edilen kokuların insan beynindeki değişik merkezleri etkileyip tedaviye hizmet ettiği söyleniyor. Meselâ, sadece lavantadan elde edilen usârenin titremelere, çarpıntılara, hezeyanlara, sinir gerginliklerine, ağrılara, mikroplara karşı etkili olduğu bildirilmekte. Daha ne olsun? Burnumuz 100 bin çeşit kokuyu algılayabilme kapasitesine sahip imiş, ama bu duyumuzu şimdiye kadar yeterince değerlendirememişiz. Burnumuzun kadrini bilememişiz, üstelik küçümsemişiz. Aromateraphy, aslında yeni bir metod değil. Binlerce sene önce Mısır'da ve Hint'te bu usulün kullanıldığı biliniyor. Modern dünya bu eski âdeti yeniden keşfetti.
Ama henüz limon kolonyasını keşfedemediler. Limon kolonyasının tedavi edici özelliği yabana atılır mı?
Soundteraphy'ye, ses ile tedaviye gelince.... Burada su sesi ön planda. Asırlar önce ecdadımız akıl hastalarını su sesi ile tedavi ediyordu ya! Kulağa gelen seslerin de psikoloji üzerinde etkisi var diyorlar. İnsanı delirten sesler var, dinlendiren sesler var. Meselâ elektronik saatler çıktı piyasaya, hafızasında 12 çeşit su sesi. Fişe taktığınızda ardarda başlıyor: Fırtınalı havada okyanus, hafif rüzgârlı havada okyanus, dağdaki kaynak, ovadaki dere, şadırvan, çağlayan... Ayrıca şimşek, gökgürültüsü, yağmur sesleri, kuş sesleri. Sadece bu seslerle doldurulmuş kasetler, CD'ler var. Sonra odanızın bir köşesine, masanızın üzerine konacak çeşmeler satılıyor. Kimi bakırdan, kimi alçıdan, kimi alüminyumdan, kimi taştan, boy boy, renk renk, şekil şekil çeşmeler. Bazıları bildiğimiz -ve beğenmediğimiz- tulumba... Onların da fişini elektriğe soktuğunuzda şırıl şırıl bir su sesi başlıyor. Haznelerindeki mevcut su devr-i daim ederken kulaklarınız şırıltılarla doluyor.
Artık hangi dükkâna girseniz ortalıkta bir şırıltı, bir koku. Üzerinizde bir gerginlik, sıkıntı varsa, hafakanlar basmışsa hemen atın kendinizi mağazalardan birine, bu malzemenin satıldığı reyona gidip seslere ve kokulara bırakın kendinizi. Belki o kadar rahatlayacaksınız ki, minnet ifadesi olarak satılanlardan birini alıp da çıkacaksınız dükkândan. Onların da beklediği bu zaten.
Memleketimizde, Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerimizdeki vatandaşlarımızın rahatlamasında, gevşemesinde, sakinleşmesinde, evhamlardan, psikozlardan, nevrozlardan korunmasında bu çeşit malzemenin işe yarayacağına inanan varsa daha fazla bilgi için benimle irtibat kurabilir. Fertlerdeki -hele herkesin tanıdığı fertlerdeki- bazı ruhî rahatsızlıkların toplum sağlığını da menfî yönde etkilediği, topluma sirâyet ettiği, fizikî sonuçlar doğurduğu meydanda. Her psikolojik rahatsızlık ses tedavisi ile koku tedavisi ile giderilemez ama denemekte ne zarar var?! Hem, doktor reçetesi de gerekli değil, yan tesiri de yok!

Cehalet tedavileri

Güneydoğu'da batıl inançlardan kaynaklanan yanlış tedaviler, insan yaşamını tehlikeye sokuyor.

Sağlık konusunda kulaktan dolma bilgilerle evlerde uygulanan tedavi yöntemleri, insanları ölüme ve sakatlığa mahkûm ederken, doktorları da güç durumda bırakıyor.

Batman Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Zafer Beken, yörede 1500 hasta üzerinde yaptığı araştırmada ilginç bulgular elde etti. Beken'in derlediği, yörede uygulanan ilkel tedavi yöntemleri şöyle:

İshal olan hastalara bol su içirilmesi gerekirken, az su ve katı yiyecekler veriliyor.

Yanıklar üzerine salça ve diş macunu sürülüyor.

Sarılığa yakalanan, berbere gidiyor ve ustura ile dil altını kestiriyor.

Sarılığa yakalananlar korkutularak ve tokatlanarak hastalığından kurtulduğuna inanılıyor.

Açık yaralara hayvan pisliğinin iyi geldiği sanılıyor.

Yine açık yaralara yumurta akı, şalgam ve hayvan derisi bağlanıyor.

Kızamık ve kızılcık gibi hastalıklara yakalananların sıcak ortamda tutulması zararlıyken, bunun iyi olduğu sanılıyor.

Anne bebeğini düşürmek için tütsü yaptırıyor, sabun kullanıyor.

Çocuğu olmayanlar cinci hocalara giderek göbeklerine yazı yazdırıyor.

Aniden fenalaşan çocukların Dolunay hastalığına yakalandığına inanılarak, tencere dibindeki is, çocukların alnına ve ayaklarına sürülüp, Dolunay'ın etkisinden kurtarılmaya çalışılıyor.

Tıpta üçüncü dönem

Bir zamanlar tedavi için varsa yoksa eczane ilaçları söz konusuydu. Hemen neredeyse her doktor, her hastaya torba torba ilaç yazardı. Halk gözünde en çok ilaç yazan doktor, en iyi doktordu. Bu yüzden doktorlar doldurmak zorundaydılar. Dünyanın parasını tutan bu ilaçlardan bir kısmı kullanılır, kalanı bir zaman sonra “günü geçmiş” diyerek çöpe atılırdı.
İşin garibi doktora gidip ona inanmayan hasta psikolojisiydi
Yıllar yılı milyar dolarlar, tekel halini almış yabancı ilaç fabrikalarına aktı..
Telkin ve tavsiyeler göre tek şifa kaynağı eczane ilaçlarıydı.
Otlarla tedavinin adı “kocakarı ilacı” dua okumanın adı ise “üfürükçülük”tü.
En azından 20 nesil bu şekilde ziyan gördü.
Sonunda batı nebatlarla tedaviye, tabiata döndü. Bu dönüş, bizde ilk zamanlar görülemedi.
İlk teşebbüsler yasaklarla engellendi. Alternatif tıbbi malzemeler bizde aktar dükkânlarında yasaklanırken, Avrupa’da eczanelerde satılmaktaydı. Sonunda bizde de meşruiyet kazandı. Ne var ki bu yolu da yabancı firmalar kapatmış durumda, aslan payı yine dışarı gidiyor.
Birkaç yıl evvel otlarla, bitkilerle tedaviye dair yazmıştık. O yazıda eczane ilaçlarından otlarla tedavi dönemine geçildiğini bunu duayla tedavi döneminin takip edeceğini dile getirmiştik. Hatta geçen hafta Antalya’da bu fikrimizi bazı okur-yazar insanlarla paylaşmıştık..
Akıl için yol bir.
İşte gazete manşetleri.
İşte dünyadan uzman doktorların dedikleri. Kanser ve kalb hastalıkları için duayla tedaviye başlanıyormuş. Amerika’da bu yolla çok iyi sonuçlar alınmış. Bunun üzerine Türkiye sağlık bakanlığı da harekete geçmiş. Konuşturulan doktorlar hastalara dua etmelerini tavsiye etmekteler. Tıp fakültelerinde otlarla tedavi ve hastaya dua telkini mevzuunda dersler konulacağından söz edilmekte. Tabii ki dinden din adamından istifade edilmeli. Geç bile kalındı. Tabiat boşluğa müsaade etmez. Hintli, Çinli, Koreli bir çok misyoner, terapi, yoga vs gibi sihirli kelimeler adı altında hem vatandaşları yolmakta hem de propaganda yapmaktalar.
Alternatif tıp, dua derken eczane ilaçlarından vaz mı geçelim diyoruz? Hayır. Modern tıbbın insanlığa hizmet için nasıl çırpındığını ve ne muazzam mesafeler aldığını görmemek mümkün mü? Buna rağmen bu tıbbın çaresiz kaldığı ânlar, hastalıklar ve vak’alar olabilmektedir. İşte böylesi durumlarda otlardan faydalanmak duanın gücünden yararlanmak mümkündür.
Keşke bunu Amerika, Avrupa yaptığı için yapmasaydık.
Çok önceden kendi ilmimiz, kendi şahsiyetimizle gerçekleştirebilseydik.
Ne yazık ki tek tipçi zihniyet sağlıkta dahi on yıllarca baskı uyguladı. Hastası için çırpınan bir hekim onunla konuşurken “Allah, şifalar versin” dahi diyemedi. Bu kadarcığını diyenler dahi kara listeye girer, akademik hayatları tehlikeye düşerdi.
Otlar, nâ ehil ellere kalınca kocakarı ilaçları denmişti.
Dua nâ ehil dillerde temsil edilince üfürükçülük dendi..
Fakat tıpta da büyük hatalar işlendi..
Her ne ise yanlışın neresinden dönülse kârdır.
Ama şu da bir acı hakîkat:.
Ağzı dualı eli şifalı insanlar o kadar azaldı ki.
Şimdi yapılması gereken şudur, modern tıbbın vardığı ileri teknoloji ile yer yüzündeki nimetlerle yüce Allah’ın duada saklı kudretini birleştirmek.
Tıbbın hedefi tektir:
Hastayı iyileştirmek.

Yulaf vücudu zehirli metallerden temizliyor

Rus bilim adamları, yulafın vücudu ağır metallerden temizlediğini ortaya çıkardı. Alman Bild der Wissenschaft Dergisi'nde yer alan habere göre, yulafın içindeki maddeler, zehirli kurşun, kadmiyum ve krom gibi ağır metallerle birleşip vücuttan atılmasını sağlıyor. Moskova Devlet Üniversitesi'ndeki bilim adamlarını tahıl çeşitlerini araştırmaya iten nedenin bir ‘kocakarı ilacı’ olduğu belirtilen haberde, Rusların uzun yıllardan bu yana kurşun zehirlenmelerine karşı yulaf unu kullandığı kaydedildi. Araştırma sonucuna göre, vücudu ağır metallerden temizleyen tahıllar sırasıyla yulaf, buğday, Hint buğdayı, pirinç ve darı.

Hava kirliliğine kocakarı tedbirleri

Dünya endüstri devlerinin global ısınmanın kontrol altına alınması için başlattıkları bilek güreşi Japonya’nın Kyoto kentinde sürüyor. BM çatısı altındaki bu mücadeleden ABD mi, Avrupa mı galip çıkacak henüz belli değil. Ancak bir an önce önlem alınmazsa kimin kaybedeği çoktan belli. Oysa her birey, aşağıdaki ‘kocakarı tedbirlerine’ kulak vererek, gelecek nesillere daha sağlıklı bir dünya bırakılması için katkıda bulunabilir. Siz de işe evinizde boşu boşuna yanan lambaları söndürerek başlayabilirsiniz.'

Bu sözler enerjinin ekonomik kullanımı için fikirler üreten Japon Enerji Enstitüsü'ne ait. Sera etkisi yaratarak dünyanın ısınmasına neden olan gazlarının dörtte birinden bireylerin sorumlu olduğunu belirten enstitü, sağlıklı bir dünya için ‘kocakarı tavsiyelerini’ şöyle sıralıyor:

İki dakika sonra geri dönecek olsanız da odadan çıkarken lambayı söndürün.

Odanızı aşırı ısıtmayın veya soğutmayın. Kaloriferinizin ısısını iki dereceye aşağıya çektiğinizde, atmosfere 20 kg daha az karbondioksit karışacaktır.

Buzdolabınızı gereksiz yere açmayın. Buzdolabınızı her açtığınızda elektrik saatiniz daha hızlı dönmeye başlıyor.

Yakın bir yere giderken, yürümeyi tercih edin.

Dişlerinizi fırçalarken, musluğu kapatın.

Gazete okuyorsanız, televizyonu kapatın.

Tufanda sebze veya meyve yemeyin. Çünkü serada sebze yetiştirmek için normalden daha fazla enerji gerekiyor. Örneğin yazın bahçenizde salatalık, güneşten aldığı 996 kilokaloriyle yetişirken, serada beş misli daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuluyor.

Televizyonunuz ve müziksetiniz kapalıyken üzerinde yanan kırmızı ışık, elektrik faturanıza yüzde 15'lik bir yük getiriyor. Bu cihazlarınızı ana düğmeden açıp kapatın.

Japonya'nın ikinci büyük kenti Osaka'da bu ‘kocakarı tavsiyeleri’ni deneyen bir grup, bu önerilerin gerçekten hem ev bütçesine hem de doğaya fayda sağladığını görmüşler. Önerilere uyan evlerden atmosfere bırakılan karbondioksit gazları, bir önceki yılın aynı ayına göre % 14.2 oranında azalmış

Hiç yorum yok: