BU GÜN SİZE 2006 YILINDA GİTTİĞİM İTALYA SEYAHATİMDEN
BİLGİLER AKTARMAK İSTİYORUM.ÖNCELİKLE BİLDİRMEK İSTERİM KESİNLİKLE
GİDİLMESİ,GÖRÜLMESİ GEREKEN BİR ÜLKE.ÇOK ESKİ TARİHİ KÜLTÜRLERİ VAR.BEN ESKİ
ESERLERE ÇOK MERAKLI OLDUĞUM İÇİN SANIRIM ÇOK İLGİMİ ÇEKTİ .TARİHLE İÇ İÇE
YAŞAYAN BİR ÜLKE.ŞARAPLARI,PİZZALARI,MAKARNALARI ,SEVECEN OLUŞLARI ÇOK İLGİMİ
ÇEKMİŞTİ.ŞİMDİ DİLERSENİZ RESİM KARELERİYLE SİZE ANLATAYIM.
PUSLU BİR HAZİRAN GÜNÜNDEN VENEDİK VE SULAR.ARKAMDA SAN MARCO MEYDANI VE BAZİLİKASI GÖRÜNMEKTE.CAMPANİLE Dİ SAN MARCO (Çan Kulesi) :
Hemen meydanın köşesinde bulunuyor. Venedik’e gidip de bu
kuleye çıkmadan, Venedik’i tepeden görmeden sakın şehri terk etmeyin. Evet,
burası: Venedik’in en yüksek yapısıdır. San Marko Çan Kulesi. Her gün açıktır.
Asansöre binerek, 100
metre boyundaki bu yapıya çıkın ve Piazza ile şehrin
nefes kesen manzarasını izleyin. Bazilikanın egzotik kubbeleri, Büyük Kanalın
ağzındaki Dorsoduro’nun kama biçimli burnu ve adadaki San Giorgio Maggiore
Kilisesinin muhteşem manzarası, ayaklarınızın altında uzanacak.
Aynı zamanda: tarihi şehrin pişmiş topraktan yapılmış çatı
kiremitlerini de göreceksiniz.TORRE DELL’OROLOGİO (Saat Kulesi);
Meydanın köşesinde bulunuyor. Çan kulesinin hemen
karşısındadır. Çan ve saat kuleleri, karşılıklı köşelerdedir.
Biraz önce söz ettiğim Campanile: Piazza’nın tek çan kulesi
değil. Torre Dell’Orologio: bir saat kulesidir. Muhteşem bir “Zodyak” saati
var. Arap ve Romen rakamları ile, saati gösteriyor. Ve de, evet, bu saat: tam
500 yıldır çalışıyormuş.
Ocak ayında kutlanan: Epifanya ve Mayıs ayında kutlanan
İsa’nın Göğe Çıkışı haftası boyunca, üç Müneccim Kral figürü ile borazan çalan
bir melek; her saat başında ortaya çıkarak, yaldızlı Madonna’yı selamladıktan
sonra: törensel bir şekilde, onun çevresinde dönerek gözden kaybolurlar.
Saat kulesinin üzerinde bulunan: 2 bronz insan (Mağribi)
figürü, ellerindeki büyük çekici: çan’a vurur. Efsaneye göre: bu figürleri
okşamak, kişilere yıl boyunca cinsel güç verirmiş. Ayrıca: Venedikliler, 19’ncu
yüzyılda, bu çekiçlerden birinin, bir ustaya vurarak kulenin tepesinden
fırlattığına inanıyorlar. Kim bilir, belki de bu heykeller; söylentinin
doğruluğunu sınamak isteyen binlerce ziyaretçinin sergilediği küstah davranışın
öcünü almışlardır.
ROMA'DA OTELDE KALDIK.BÜYÜK BOTLARLA(VAPORETTE DENİLEN KÜÇÜK GEMİLER) DENİZDEN VENEDİK'E ULAŞIM SAĞLANIYOR.YOL 45 DAKİKA SÜRÜYOR
YAĞMURLU BİR HAVAYDI.BOTLA GİDERKEN SAHİLDE GÖRDÜĞÜM DEV KALEM HEYKELİ ÇOK İLGİMİ ÇEKTİ.PARKER DOLMA KALEM
HEYKELİ YAPMIŞTI REKLAMINI BU YOLLA SAĞLIYOR OLSA GEREK.
Yolda gemiyle giderken limanda gördüğüm devasa büyüklükteki yat.Tek kelimeyle muhteşemdi.
SAN MARCO MEYDANI GİTTİĞİMİZ GÜN PEK FAZLA SULAR ALTINDA
DEĞİLDİ.GÜVERCİNLER VE HALK GEZE BİLİYORDU. Avuç içi kadar bir yer. Yürüyerek
rahatlıkla gezebileceksiniz. San Marco Meydanı ve Meydanın çevresi. uranın
altında: Venedik’in en ünlü iki kafesinden biri var. Bir tanesi: Caffe Quadri.
CAFFE QUADRİ:
19’ncu yüzyılda: Avusturya işgali sırasında,
Avusturyalıların uğrak yeri olan bir kafe
PİAZZA SAN MARCO (SAN MARKO MEYDANI) :
Evet: Venedik’in ana meydanı. Yani: Venedik’in merkezidir.
Tüm önemli ofisler burada ve 19’ncu yüzyıldan bu yana “başpiskoposluk” da
burada bulunuyor. Ayrıca: Venedik Festivalleri burada düzenleniyor.
Buraya: bol miktarda güvercin var. Yani: St. Marco meydanına
varır varmaz, sizi bir güvercin ordusu karşılayacak. Turist gurupları geldiğinde,
bu güvercinlere yem atıyorlar ve güvercinler bu yemlere üşüşünce, ortaya
değişik görüntüler çıkıyor. Söylendiğine göre: Venedik’e ilk güvercinler:
Kıbrıslı tüccarlar tarafından, Venedik Dükü’nün karısına hediye edilmek üzere
getirilmiş. Bu tarihten sonra da, giderek çoğalarak bu meydanın bir parçası
olmuşlar.
Belki dikkatinizi çekecektir, buradaki güvercinler asla
uçmuyorlar, yürüyerek dolaşıyorlar. Avrupa’da güvercinlerin yürüyerek
dolaştıkları tek yer.
Meydanın uzunluğu: 175 metre ve genişliği ise 82 metredir.
Meydanın geçmişi: 9’ncu yüzyıla dayanmaktadır. O zamanlar meydan, düklerin
aldıkları kararları açıkladıkları: Markus Kilisesinin önündeki küçük bir
alandı. Yani, aslında içinde kanallar geçen bir kilise bahçesiymiş. Ancak: 12
ve 13’ncü yüzyıllarda yapılan değişiklikler sonrası: şehrin dini ve siyasi
merkezi haline gelmiş.
Meydanda: Venedik Cumhuriyetinin gücünün zirvesindeyken,
görülmeye değer taklar kurulurmuş. Bunlardan: bir tanesi, “Gentile Bellini”nin
“Accademia”da sergilenen ünlü resmine de konu olmuş. Orayı ziyaret ettiğinizde,
özellikle bu muhteşem resmi mutlaka görmelisiniz. Cenevizlilere veya
Osmanlılara karşı zafer kazanmış komutanlar: savaştan döndüklerinde,
Bazilikanın önünde, onların şerefine törenler düzenlenir ve ziyaretler verilirmiş.
Seyyar satıcılar, o zamanda, bugünkü gibi: şekerleme ve yiyecek satarlarmış.
Arkadların altındaki şık dükkanlar: asırlardır Venediklileri ve yabancıları,
kendine çekmektedir.
Bütün tantanasına, itiş kakışına rağmen Meydan: günümüzde de
bir uygarlık merkezi olmayı sürdürmektedir. Napoleon’un, Piazza San Marco için:
“Avrupa’nın Salonu” dediği söylenir. Dünyada: bu kadar zarif orantılara sahip,
üç tarafı revaklı, muhteşem heykellerle çevrelenmiş ( bu heykellerin çoğu: 16
ve 17’nci yüzyıllardan kalmadır), trafiğe tamamen kapalı başka bir meydan yok.
Evet: Meydan, aslında: trapezoid (yamuk) şeklindedir.
Düzensiz döşenmiş, meydanı zemini, Bazilikaya doğru hafif eğimlidir. Meydana:
250 yıldan daha uzun süre önce döşenen trakit (volkanik kaya) taşlar, en eskisi
13’ncü yüzyıla ait olan beş-altı kat döşemenin üstünde bulunuyor.
Girişte: iki granit sütun var. Bunlar: 1125 yılında,
Doğu’dan çalınıp kaçırılarak getirilmiş ve 1172 yılında, buraya yerleştirilmiş.
Bunların buraya dikilmesinde mimar: Rialto Köprüsünün de ilk mimarı olan
Niccola Starantonia’dır. O zamandan, günümüze kadar, yerlerinden hiç
oynatılmamışlar. Burada: üçüncü bir sütün daha varmış, ama o sütun geçmişte
sulara gömülmüş ve yerine yenisi konmamış.
Sütunlardan birinin üstünde: Venedik’in koruyucu azizi: Aziz
Theodoros bulunuyor. St.Theodora; yeni kurulmuş Doğu Roma İmparatorluğuna bağlı
bir kraliçedir. Yalnız: bu eski, daha sonra Aziz Marcos’un naaşı çalınarak
buraya getirilince, kendin koruyucu azizi Aziz Marcos olmuş. Dikkat
ediyormusunuz; çalınma kelimesini ne kadar çok kullanmak zorunda kalıyorum.
Yalnız: burada unutulmaması gereken bir husus daha var, Osmanlı Padişahları,
bir dönem, “ taş parçaları” olarak tabir ettikleri birçok antik kalıntıyı,
bizzat Avrupalılara hediye etmişler. Bunu da unutmamak gerek.
SAN MARCO’NUN (QUADRİGA ATLARI) ATLARI: Burada sergilenen en
büyük hazine ise; Cavalli di San Marco. Yani: San Marko’nun atları. MÖ.200
yılları civarında: Roma’da veya antik Yunanistan’da dökülmüş olan, bronz
şaheserler: günümüze kadar kalmış. Yan yana dört at. Çok yer gezmişler, çok el
değiştirmişler. Buyurun; atların elden ele gezintisine.
Bu dört atın: bir zamanlar: Roma’daki Traianus Kemeri’ni
süslediğine inanılıyor. Heykel: daha sonra, İstanbul Hipodromuna dikilmiş. 1204
yılında ise, savaş ganimeti olarak: Dük Dandolo tarafından Venedik’e
getirilmiş. Yalnız: dikkat edin, birbirlerinden çalıyorlar, çünkü: Haçlı
ordusunun, İstanbul’u yağmalaması sırasında çalınmış. Atlar: Venedik’e
getirildiğinde, bir süre: Venedik Arsenali’ni (tersane) korumuşlar. Daha sonra:
katedralin önüne yerleştirilmişler ve ünlü kanatlı aslan figürü gibi, uzun
zaman şehrin simgesi olmuşlar.
Venedik ve Gondol… Venedik denildiğinde gondol, gondol denildiğinde de Venedik canlanır zihninizde. Çocukluğumuzdan itibaren hayallerimizi süsler. Ben hayalimi gerçekleştirdim. Dünyanın en güzel ve romantik şehirlerinden birine gitme fırsatı buldum.Venedik’e gidipte gondola binmeden dönülmez. Şehrin sokakları kadar kanallarının da ayrı bir dünyası var keşfedilmeyi bekleyen.Büyük Kanal’da gezinmek çok keyifli olsa da gondolun keyfi dar kanallarda çıkıyor daha çok ve gondolcuların ustalığı da buralarda belli oluyor. Siz ha çarptık ha çarpıcaz derken ne kenarlara ne de yanınızdan geçen gondola değiyorsunuz. Her kanalın başında gondolcular birbirlerine bağırıyorlar ama bir tenör havasında… Bir de size sürekli birşeyler anlatıyorlar.. Dediklerinin bir kısmını anlamasanız da İtalyan aksanı gondol keyfinizi tamamlıyor.Venedik’teki binaların büyük bir kısmı çok bakımsız. Yağmur yağdığı zaman su o kadar yükseliyor ki sağlam kalmaları çok zor zaten. Ayrıca altyapı da büyük bir sorun tabi burada sürekli yaşamaya çalışanlar için. Burada evleri olanların çoğu Venedik’i terk etmiş zaten.Bazı şehirleri çok beğenirsiniz ama orada yaşamayı düşünmezsiniz ya, Venedik o şehirlerden biri benim için. 2 kez gittim, fırsatım olursa yine gitmek, gezmek belki bu sefer bir konsere-operaya gitmek isterim ama orada yaşamayı istemem. Yaşayanlar için de zor olmalı aslında. Şehre araba ile geliyorsanız Venedik’in tren istasyonunun orada arabanızı bırakmanız gerekiyor. Başka bir alternatifiniz yok. Şehrin içindeki tek ulaşım aracı Büyük Kanal’da dolaşan Vapurettolar. Bizdeki Karaköy-Kadıköy motorları gibi. Ayrıca deniz taksileri var ama sanırım oldukça pahalıdır. Bir de orada yaşayanların kendi tekneleri var. Evlerinin altında tekneleri için de garajları var. “The İtalian Job” filmini izlediyseniz hatırlarsınız. Sokaklar dar ve sürekli kanallarla kesiliyor. Her yer birbirine benziyor, kaybolmanız an meselesi. Orada yaşayan biriyseniz mahremiyetini yok. Sokağınızda, sağınızda solunuzda hergün binlerce yeni insan. Geliyorlar, geziyorlar, fotoğraf çekiyorlar ve gidiyorlar. Ertesi gün yeniden…. yeniden… Bitmek tükenmek bilmiyor. Yazı kışı, sabahı akşamı yok. Sürekli tüketilen bir şehir aslında Venedik…Venedik’te gondol keyfi muhteşemdi. Bir gün yolunuz düşerse mutlaka gondol keyfini tadın ama karşınıza çıkan ilk gondolcu ile anlaşmayın, hepsinde fiyatlar farklı.
Köprü üstünden büyük kanala bakış.
Ponte di Rialto ya da nam-ı diğer Rialto Köprüsü 16.
yüzyılın sonlarında Venedik’te düzenlenen bir yarışma sonucunda Büyük Kanalda
yer alan eskisinin yerini almak üzere inşa edilmiştir. Düzenlenen bu yarışmaya
Palladio, Sansovino, Vignola gibi mimarlar katılmıştır fakat kazanan kişi
Antonio da Ponte’dir. Büyük ihtimalle Venedik’te en çok ziyaret edilen ve
fotoğrafı çekilen Rialto Köprüsü 1591 yılında açılmıştır. Uzun bir süre Grand
Canal (Büyük Kanal) üstündeki yaya yolu ile ulaşım sağlayan tek nokta olmuştur.
Köprünün inşasından önce aynı noktada inşa edilip kullanılan birçok tahta köprü
olmuştur.Günümüzde Ponte di Rialto’da turistik amaçla kullanılan
birçok mücevher, ipek ürünler ve cam ürünü satan dükkanı görebilirsiniz. İnşa
edildiği zamanlar ticaret amaçlı kullanılan Ponte di Rialto “Venedik’in Arka
Salonu” olarak da bilinir. Şehrin kalbinde yer alan köprü San Polo ve San Marco’yu
birbirine bağlar ve Venedik’teki dört büyük köprüden biridir
Köprünün ön yüzünden görünüşü.
Venedik Karnavalı, kanallarıyla ve gondollarıyla tanınan
Venedik şehriyle özdeşleşmiş bir karnavaldır. Her yıl Venediklilerin ve şehrin
ziyaretçilerinin maskeler ardına saklanarak sokaklara döküldüğü karnaval, 10
gün sürer ve Venedik şehri karnaval boyunca rengârenk görüntülere sahne olur.
Venedik karnavalının tarihinin 13. yüzyıla kadar dayandığı
tahmin edilmektedir. Maske takma geleneğinin kaynağına ilişkin pek çok varsayım
vardır. Bunlardan en çok kabul göreni ise; toplum içindeki sosyal statü
farklılıklarına karşı bir duruş sergilemek ve herkesin eşit olduğunu göstermek
için maskelerin kullanılmasıdır. Diğer bir düşünceye göre; yargıçların ve
düklerin davalar için bilgi toplamak amacıyla halkın arasına karışmak
istediklerinde maske takmalarıdır. Ayrıca bir dönem pek çok eğlence mekânının
kadınlara yasaklanması sonucunda, kadınların buralara girmenin yolunu maskeler
ve erkeksi kıyafetler ardına saklanmakta bulduğu da öne sürülen düşüncelerden
birisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder